Okuma Zevki Üzerine

Okumak nasıl böylesine sınırsız ve bir o kadar da haz dolu bir etkinlik olmayı başarabilmektedir? İnsan kitap okumak yerine neden tembelce eğlenmeyi seçemesin? Bunun yanıtı bir bakıma hem kitapların insanı içselleştirebilen o doğasıyla ve aynı zamanda hayatın yüzeyini şöyle bir sıyırıp geçerek, yaşamımızın narinliğine vurgu yapabilmesinde saklıdır. Odamızın en rahat köşesinde keyifle oturup, elimizdeki kitabın büyülü satırlarına dalmışızdır. Güneş ışınlarının, odamızın açık kapısından veya ışık engellemek amaçlı stor çekili pencerenin bulduğu boşluklarından içeriye süzülerek, oda içinde biriktirdiği o ışık tayflarının bizde yarattığı his, sanki okuduğumuz kitabın o andaki atmosferinin gerek duyduğu son eksikliği de tamamlar. Okumaya devam ederken bizi neredeyse gerçekten sarhoş eden yeni bir kaç büyülü tümceye rastladıktan hemen sonra; gökyüzünde rastgele oyunlar oynayan birkaç gaz bulutu kütlesinin güneşin önünden geçmesiyle beraber, güneş ışınlarının odamızın içerisinde yarattığı bu ışık huzmesinin yavaş yavaş silinip yok oluşunun kozmolojik kökenli o değişim anını yakalarız ya; (Benim için en değerli ve özel anlardan biridir bu an) bu görsel şölen tam da okuduğumuz kitabın yine duygusal atmosferine atfedilmiş bir lutuf gibi gelir insana. "Bütün iyi kitapları okumak" diye söz eder Descartes ve devam eder: "...Bu kitapların yazarı olmuş geçmiş yüzyılların en değerli insanlarıyla konuşmak gibidir." Okuma sırasında sayısız hisler içerisine girme ve hafifçe şaşkın kendini iyi hissetme hali sağlıklı bedenlerimizin ta derinliklerinden kanatlanıp okurun hayalleri çevresinde bal kadar tatlı ve altın rengi bir zevk yaratır. Bir yığın özgün ve güçlü düşünceyi okumaya dahil etme sanatı da okurun, ruhun düşünceler düzeyini aşmasında; bulunduğumuz sahtelik boyutunun gerçeklik boyutuna yükselişi için gereksinim duyduğu enerjiyi ve çabayı sağlar. Okuduğumuz her satırda ifade edilen, bizim gördüğümüz, hissettiğimiz fakat bir türlü dile getiremediğimiz o hisleri ustaca bir fark edişle açığa çıkarabilen yazarlarla o anlarda özel bir bağ kurarız. İşte yazarların en önemli farkı da buradadır. Biz görürüz ancak onlar fark eder. Bizim bakamadığımız yerlerde gördükleri güzellikler, bizim üşenerek, sakıncayla kendimizi geri çektiğimiz o anların atomik detayına inebilmelerinin bizde yarattığı karşıtlık ve zıtlık acı verici olabilir.(Bu durum bize ironik bir biçimde keyif te verecektir.) Fakat sıkılganlığın ve keyifsizliğin stratosferini boyladığımız zamanlarda ve özellikle zihnin darmadağın ve bölük pörçük anlarında bu gereksinim duyduğumuz enerjiyi sağlamak amacıyla, genellikle kendimizi gerçekliğimizle ters düşeceğini hatırlatacak şeylere; öfke, çaresizlik, amaçsızlık, kaygı, endişe gibi duygulara yöneltiriz. Bir kitabın sayfaları arasında geçen yolculuk ise yazarın engin bilgi donanımı, tecrübeleri, bilgeliği ve yaşanmışlıklarıyla örülü sentakslar aracılığıyla, titiz bir incelikle önümüze sunulur. Dahası zihnin tutsaklık labirentinde olduğu (2 tümce öncesinde bahsettiğim) hayıflı anlarının yavaşça silinerek, yok oluşunun dayanılmaz hazzını sayfalar arasında yaptığımız metaforik seyahatimizle yakalarız. Proust'a göre okumada, dostluk aniden başlangıcındaki saflığına kavuşur. Kitaplarda sahte sevimlilik yoktur. Geceyi bu dostlarla geçiriyorsak bu gerçekten istediğimiz içindir. Proust'un demeye getirdiği, okumak; çekildiğimiz bu inzivada sohbetleri ile canımızı sıkan, hem aylaklığın ağırlığından hem de palavracı neşenin ve komikliklerin tuzağına düşen lafazan arkadaş ve dostların basiretsizliğinden bizi koruyacağıydı. Kitap zevki zekâ ile birlikte artıyorsa ki görüldüğü gibi bu zevkin tehlikeleri de zekâyla birlikte azalır. Örneğin zekâ kendi kişisel işleyişine bağlı kılmayı bilir. Okuma, onun için eğlencelerin en soylusundan, özellikle en soylulaştırıcısından başka bir şey değildir, çünkü sadece okuma ve bilme yoluyla zihin "en görgülü hali”ne kavuşur. Duyarlılığımızın ve zekâmızın gücünü ancak kendi içimizde, ruhsal yaşamımızın derinliklerinde geliştirebiliriz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder